26 Mart 2016 Cumartesi

Bir Yırtıcının Peşinde


‘’Hiçbir şeyin görünenden daha kolay, söylenenden daha zor olmadığını kabullenerek başladım bu maceraya..’’

Zorlandığım zamanlardan biriydi. Etrafta kuş uçmuyor. Peşinde olduğum hayvanın yuvasını ağacın yapraklarından dolayı uzaktan göremiyorum. Bir gün önce yağmurun etkisiyle toprak yumuşamış, adım attıkça yürümekte zorlanıyorum. Sıcaklık yavaş yavaş artarak sıkıntılı bir hal almaya başlıyor. Ve hala görmem gereken yeri izleyememek, can sıkıntımı bir kat daha arttırıyor. Olmayacak diyorum, göremeyeceğim. Kendi kendime konuşmaya başlıyorum. Bu hayvan yuvasına nerden giriyor ki, yaprakların olmadığı bir kısım illa ki vardır. Ama nerde..

Hemen arkamda, başka bir yırtıcı ağacın üzerinde konar vaziyette bekliyor. Avlanma zamanının geleceği an için sabırsızlanıyor belki de. Arkamı dönüp, tekrar düşünmeye başlıyorum. Bir süre etrafı izliyorum. Uzaklarda beklediğim hayvanı görüyorum. Sıcaklığın yarattığı termali kullanarak yavaş yavaş geliyor. Beklediğim tarlanın üzerinde bir süre dönüyor. Korktu mu acaba diyorum. Yere siniyorum. Çünkü beni tehdit olarak algılamasını ve av arayışına o bölgeden uzaklaşarak devam etmesini, zaman kaybetmesini hiç istemem. Zaten onlar için hayat yeterince zor..

Hemen bu düşüncelerimi uzaklaştırıp belki de av arıyordur diyorum içimden.. Alçalmaya başlıyor. Evet diyorum av için dönüyormuş. Daha da olduğum yere siniyorum. Lütfen korkma ve avlan, yavru şah seni bekliyor çünkü.. Dürbünü bırakıp makineyi alıyorum elime yavaşça. Ayarlarını yapacak zamanım ve cesaretim yok. Rastgele diyorum, rastgele çekelim. Biraz daha yaklaşıyor. Nefes alıp vermekte zorlanıyorum, ilk kez bu kadar yakınındayım. Ne kadar da görkemli ve güzelsin.. Kanatlarını her iki yana açarak yavaşça çırpıp pençeni yakalayacağın hayvan için öne çıkarıp hazır olda alçalman, beni bile yerimde dondurdu. Ya o asaletli gözler.. Gözlerine baktığımda, avına kilitlenen gözleri gerilmiş yaydan fırlayan ok misalı kudretli.
Her şey beş saniye içinde oldu ve bitti. İniş takımlarını hazırlayıp, büyüyüp serpilen buğday tarlasına inip kalkması bir oldu. Ben ise olabildiğince az sayıda deklanşöre basıp, bir yandan da acaba ne yakaladı diyerek kadrajdan bakıyorum. Bir şey yok mu? Kaçırmış mı! Kahretsin.. Boş mu dönecek şimdi yuvaya.. Olsun yine dener, yakalar bu sefer..

Tarlanın üzerinden yükselerek uçmaya devam ederken üç tane leş kargası takıldı peşine. Avını yakalayamadığı yetmezmiş gibi, bir de bunlar çıktı başına. Olduğum yerden sinirleniyorum. Şah kartal ise artık bu tacizcilere alışmış olacak ki çevik ve hızlı hareketlerle atlatıveriyor üçünü de..


O günü, gitmem gereken diğer alanlara ziyaretimi sürdürsem bile hep o beş saniyeyi düşünerek geçiriyorum. Gece geç saatlerde notlarımı temize geçirdikten sonra bu yazıyı yazmak için kolları sıvadım. 

Doğadaki bazı anlar her ne kadar çoğu insana saçma ya da abartı gibi gelse de, doğanın size sunduğu jestlerdir. Bazen bu jestler yorgunluğunuzu alacak aksiyon dolu anlar olabilir, bazen ise bir işaret. Hep görmek istediğim bir görsel sunmuştu doğa, o an bana. Altı aydık izleme periyodumda hiç bu kadar yakın hissetmemiştim kendimi ona. Bazen diyorum acaba fazla mı empati kurup onun gibi düşünmeye zorluyorum kendimi. Bilimden uzaklaşıyor muyum bu meraklarım ve duygularım yüzünden. Peki bu merak ve duygular olmasaydı bu araştırmayı yapabilecek gücü ve cesareti nereden bulacaktım.. Ülkemizde çoğu şey, rutinin bozulmaması adına yapılması gerektiği için yapılıyor, gönülsüzce istemeyerek. Bu yüzden insan kendi doğrularını bulup, bu doğruların peşinden gitmeli, her ne kadar sizin doğrularınız diğerlerine yanlış gelse de..      

                                                                                                                                   C.Ö