‘’Hiçbir şeyin görünenden daha kolay, söylenenden daha zor
olmadığını kabullenerek başladım bu maceraya..’’
Zorlandığım zamanlardan biriydi. Etrafta kuş uçmuyor.
Peşinde olduğum hayvanın yuvasını ağacın yapraklarından dolayı uzaktan göremiyorum.
Bir gün önce yağmurun etkisiyle toprak yumuşamış, adım attıkça yürümekte
zorlanıyorum. Sıcaklık yavaş yavaş artarak sıkıntılı bir hal almaya başlıyor.
Ve hala görmem gereken yeri izleyememek, can sıkıntımı bir kat daha arttırıyor.
Olmayacak diyorum, göremeyeceğim. Kendi kendime konuşmaya başlıyorum. Bu hayvan
yuvasına nerden giriyor ki, yaprakların olmadığı bir kısım illa ki vardır. Ama
nerde..
Hemen arkamda, başka bir yırtıcı ağacın üzerinde konar
vaziyette bekliyor. Avlanma zamanının geleceği an için sabırsızlanıyor belki de.
Arkamı dönüp, tekrar düşünmeye başlıyorum. Bir süre etrafı izliyorum. Uzaklarda
beklediğim hayvanı görüyorum. Sıcaklığın yarattığı termali kullanarak yavaş
yavaş geliyor. Beklediğim tarlanın üzerinde bir süre dönüyor. Korktu mu acaba
diyorum. Yere siniyorum. Çünkü beni tehdit olarak algılamasını ve av arayışına
o bölgeden uzaklaşarak devam etmesini, zaman kaybetmesini hiç istemem. Zaten
onlar için hayat yeterince zor..
Hemen bu düşüncelerimi uzaklaştırıp belki de av arıyordur
diyorum içimden.. Alçalmaya başlıyor. Evet diyorum av için dönüyormuş. Daha da
olduğum yere siniyorum. Lütfen korkma ve avlan, yavru şah seni bekliyor çünkü..
Dürbünü bırakıp makineyi alıyorum elime yavaşça. Ayarlarını yapacak zamanım ve
cesaretim yok. Rastgele diyorum, rastgele çekelim. Biraz daha yaklaşıyor. Nefes
alıp vermekte zorlanıyorum, ilk kez bu kadar yakınındayım. Ne kadar da görkemli
ve güzelsin.. Kanatlarını her iki yana açarak yavaşça çırpıp pençeni
yakalayacağın hayvan için öne çıkarıp hazır olda alçalman, beni bile yerimde
dondurdu. Ya o asaletli gözler.. Gözlerine baktığımda, avına kilitlenen gözleri
gerilmiş yaydan fırlayan ok misalı kudretli.
Her şey beş saniye içinde oldu ve bitti. İniş takımlarını
hazırlayıp, büyüyüp serpilen buğday tarlasına inip kalkması bir oldu. Ben ise
olabildiğince az sayıda deklanşöre basıp, bir yandan da acaba ne yakaladı
diyerek kadrajdan bakıyorum. Bir şey yok mu? Kaçırmış mı! Kahretsin.. Boş mu
dönecek şimdi yuvaya.. Olsun yine dener, yakalar bu sefer..
Tarlanın üzerinden yükselerek uçmaya devam ederken üç tane
leş kargası takıldı peşine. Avını yakalayamadığı yetmezmiş gibi, bir de bunlar
çıktı başına. Olduğum yerden sinirleniyorum. Şah kartal ise artık bu
tacizcilere alışmış olacak ki çevik ve hızlı hareketlerle atlatıveriyor üçünü
de..
O günü, gitmem gereken diğer alanlara ziyaretimi sürdürsem
bile hep o beş saniyeyi düşünerek geçiriyorum. Gece geç saatlerde notlarımı
temize geçirdikten sonra bu yazıyı yazmak için kolları sıvadım.
Doğadaki bazı
anlar her ne kadar çoğu insana saçma ya da abartı gibi gelse de, doğanın size
sunduğu jestlerdir. Bazen bu jestler yorgunluğunuzu alacak aksiyon dolu anlar
olabilir, bazen ise bir işaret. Hep görmek istediğim bir görsel sunmuştu doğa,
o an bana. Altı aydık izleme periyodumda hiç bu kadar yakın hissetmemiştim
kendimi ona. Bazen diyorum acaba fazla mı empati kurup onun gibi düşünmeye
zorluyorum kendimi. Bilimden uzaklaşıyor muyum bu meraklarım ve duygularım
yüzünden. Peki bu merak ve duygular olmasaydı bu araştırmayı yapabilecek gücü
ve cesareti nereden bulacaktım.. Ülkemizde çoğu şey, rutinin bozulmaması adına yapılması
gerektiği için yapılıyor, gönülsüzce istemeyerek. Bu yüzden insan kendi doğrularını bulup, bu doğruların peşinden gitmeli, her ne kadar sizin doğrularınız diğerlerine yanlış gelse de..
C.Ö
C.Ö
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder