26 Mart 2016 Cumartesi

Bir Yırtıcının Peşinde


‘’Hiçbir şeyin görünenden daha kolay, söylenenden daha zor olmadığını kabullenerek başladım bu maceraya..’’

Zorlandığım zamanlardan biriydi. Etrafta kuş uçmuyor. Peşinde olduğum hayvanın yuvasını ağacın yapraklarından dolayı uzaktan göremiyorum. Bir gün önce yağmurun etkisiyle toprak yumuşamış, adım attıkça yürümekte zorlanıyorum. Sıcaklık yavaş yavaş artarak sıkıntılı bir hal almaya başlıyor. Ve hala görmem gereken yeri izleyememek, can sıkıntımı bir kat daha arttırıyor. Olmayacak diyorum, göremeyeceğim. Kendi kendime konuşmaya başlıyorum. Bu hayvan yuvasına nerden giriyor ki, yaprakların olmadığı bir kısım illa ki vardır. Ama nerde..

Hemen arkamda, başka bir yırtıcı ağacın üzerinde konar vaziyette bekliyor. Avlanma zamanının geleceği an için sabırsızlanıyor belki de. Arkamı dönüp, tekrar düşünmeye başlıyorum. Bir süre etrafı izliyorum. Uzaklarda beklediğim hayvanı görüyorum. Sıcaklığın yarattığı termali kullanarak yavaş yavaş geliyor. Beklediğim tarlanın üzerinde bir süre dönüyor. Korktu mu acaba diyorum. Yere siniyorum. Çünkü beni tehdit olarak algılamasını ve av arayışına o bölgeden uzaklaşarak devam etmesini, zaman kaybetmesini hiç istemem. Zaten onlar için hayat yeterince zor..

Hemen bu düşüncelerimi uzaklaştırıp belki de av arıyordur diyorum içimden.. Alçalmaya başlıyor. Evet diyorum av için dönüyormuş. Daha da olduğum yere siniyorum. Lütfen korkma ve avlan, yavru şah seni bekliyor çünkü.. Dürbünü bırakıp makineyi alıyorum elime yavaşça. Ayarlarını yapacak zamanım ve cesaretim yok. Rastgele diyorum, rastgele çekelim. Biraz daha yaklaşıyor. Nefes alıp vermekte zorlanıyorum, ilk kez bu kadar yakınındayım. Ne kadar da görkemli ve güzelsin.. Kanatlarını her iki yana açarak yavaşça çırpıp pençeni yakalayacağın hayvan için öne çıkarıp hazır olda alçalman, beni bile yerimde dondurdu. Ya o asaletli gözler.. Gözlerine baktığımda, avına kilitlenen gözleri gerilmiş yaydan fırlayan ok misalı kudretli.
Her şey beş saniye içinde oldu ve bitti. İniş takımlarını hazırlayıp, büyüyüp serpilen buğday tarlasına inip kalkması bir oldu. Ben ise olabildiğince az sayıda deklanşöre basıp, bir yandan da acaba ne yakaladı diyerek kadrajdan bakıyorum. Bir şey yok mu? Kaçırmış mı! Kahretsin.. Boş mu dönecek şimdi yuvaya.. Olsun yine dener, yakalar bu sefer..

Tarlanın üzerinden yükselerek uçmaya devam ederken üç tane leş kargası takıldı peşine. Avını yakalayamadığı yetmezmiş gibi, bir de bunlar çıktı başına. Olduğum yerden sinirleniyorum. Şah kartal ise artık bu tacizcilere alışmış olacak ki çevik ve hızlı hareketlerle atlatıveriyor üçünü de..


O günü, gitmem gereken diğer alanlara ziyaretimi sürdürsem bile hep o beş saniyeyi düşünerek geçiriyorum. Gece geç saatlerde notlarımı temize geçirdikten sonra bu yazıyı yazmak için kolları sıvadım. 

Doğadaki bazı anlar her ne kadar çoğu insana saçma ya da abartı gibi gelse de, doğanın size sunduğu jestlerdir. Bazen bu jestler yorgunluğunuzu alacak aksiyon dolu anlar olabilir, bazen ise bir işaret. Hep görmek istediğim bir görsel sunmuştu doğa, o an bana. Altı aydık izleme periyodumda hiç bu kadar yakın hissetmemiştim kendimi ona. Bazen diyorum acaba fazla mı empati kurup onun gibi düşünmeye zorluyorum kendimi. Bilimden uzaklaşıyor muyum bu meraklarım ve duygularım yüzünden. Peki bu merak ve duygular olmasaydı bu araştırmayı yapabilecek gücü ve cesareti nereden bulacaktım.. Ülkemizde çoğu şey, rutinin bozulmaması adına yapılması gerektiği için yapılıyor, gönülsüzce istemeyerek. Bu yüzden insan kendi doğrularını bulup, bu doğruların peşinden gitmeli, her ne kadar sizin doğrularınız diğerlerine yanlış gelse de..      

                                                                                                                                   C.Ö
                                                                                                    
                                                                                                                            



                                                                                                                                    

30 Haziran 2015 Salı

Ara değerlendirme



Hayatımda hiçbir şeyi bu kadar fazla istememiştim. 
Hiç oldu mu size de böylesi?? Ölesiye isteyeceğiniz bir şey. Bir nesne, bir konu,bir insan belki de..
Onun için her gün yatarken dua ettiğiniz,sabah hadi hayırlısı diyerek güne başladığınız. O düşünceyle yatıp kalktığınız, insanları ikna edebilmek için her saat uğraştığınız,bazen hak etmediğiniz laflarla terslendiğiniz zamanlar..
Hah işte, o şey. Umutsuzluğa kapıldığınızda, ''ya olmazsa'' dediğiniz zamanlarda, bütün dünyanızın yerle bir olduğu dakikalar.. ''Şu dünya bana bir şeyler katacaksa, bundan başka bir şey istemiyorum'' dediğiniz bir aralık. Aşk belki de? Hayalinize karşı duyduğunuz aşk? Olamaz mı..
Olur bence. İşte tam olarak böyle başladı bu serüven. Belki de başlamadan önce her durumu aklımda oturtmuştum bilmiyorum. Ani de oldu biraz. Hayatımda yapmam dediğim şeyleri yaptım. O anda öyle bir duygu patlaması yaşıyordum ki yapmam gerekti. Pişman mıyım peki,hayır tabiki. Şu an sana yazabiliyorsam, yapmam dediklerimi yaptığım; insanların yanlış dediği benimse doğru bulduğum yolda biraz yalpalayarak, bazen yanlış yola girip çıkarak ilerlediğim için.
Zor oldu. Tahmin ettiğimden, planladığımdan daha zor oldu. Ama her zorluğun sonunda daha mutlu oldum. Daha da asıldım, daha çok umutlandım. Adım atmakta değildi halbuki, emeklemekti. Ama emeklemek bile hiç bu kadar güzel olmamıştı. 
Çok şey öğrendim,çok şey yaşadım ve eminim ki bunlar daha başlangıç..
Hani hafife alırlar ya insanların hayallerini, yapmak istediklerini. Almayın. Çünkü hayali ve isteği için inatla çabalayan bir insan kadar umutlu olamazsınız. 
Neyi öğrendim mesela biliyor musun? Başının çaresine nasıl bakılırmış. Ciddi anlamda bunu öğrendim. Öyle laf olsun diye değil. A planı, B planı, C Planı... Z planı... 
Etrafında çok insan olup, aklında hep yalnız kalırmış insan, bunu da öğrendim.Sorduğu sorulara cevap bulamayınca sabırla nasıl beklermiş.. 
Korktuğunda ve yalnız kaldığında kendi kendine konuşup, aklını rahatlatırmış insan. Bazen bu konuşmalar tedirgin bir şekilde ıslık çalmaya dönüşürmüş mesela.
Her şey planlı programlı olsun diye, her gidiş-dönüşte tekrar plan programa bakarmış. Hatta bu durum paranoyaklaşma aşamasına bile gelirmiş ki fark edemediklerini fark edemediğinde ''neden farkına varamıyorum'' diye kendini yiyip bitirirmiş.
Yani anlayacağın çok şey var daha anlatılacak,yazılacak..
Hatta arazide kadın olmak kısmı var ki ayrı bir konu, ayrı bir 3-5 sayfa eder.
İnsanların sana bakışı,düşüncesi,yaptığın işe hayallerine karşı görüşleri,saygıları..
Ama her şeye rağmen bu hayal için, her ne derseniz deyin inatla,azimle,heyecanla yeri geldiğinde tüm çekincelerini, korkularını bir kenara atarak, adım atmak; soluk soluğa kalarak, arkanı sağını solunu kontrol etmek,bir şeylere kapı araladığının farkına varmak tarif edilemez bir duygu. 
Her zaman diyorum ya-anlamsız gelecek belki size ama-'onlarla bu süreci yaşamak başka bir hayatı yaşamak gibi,hayallerinin bir kısmını içini çekmek gibi mesela...'

                                                                                                                                 C.Ö

4 Nisan 2015 Cumartesi

Acele



''O, ömür boyunca hep ' acele etmiş' tir; bu yüzden de hep 'geç kalmış' tır.

Sürekli bir panik vardır hayatında: Bir kitap okur, bir komedi seyreder, yorulur. Birileriyle birlikte olur, derdini anlatamaz, telaşlanır ve incinir. Küçük dertler, bir yerlere ödenmesi gereken paralar, bazı şeylerin tamir masrafları hiç eksik olmaz ve bu panik duygusuna katkıda bulunurlar. 

Ve hep acele edilir.

Bu acele içinde ölümden mi kaçılıyordur, yoksa kovalanıyor mudur ölüm, orası pek belli değildir. Öyle bir kaçma kovalamaca oyunu işte...''




Tutunamayanlar,Oğuz Atay.

5 Şubat 2015 Perşembe

Görülmeyeni Hayal Etmek



Çoğu zaman insanlara içimdeki heyecanı anlatamıyorum.Abartıyorsun diyenden, elbet bir gün geçecek, gerçek hayat bu değil diyenlere kadar.. İlk başlarda biraz korkuyor insan, ya gerçekten ilk günkü heyecanım kalmazsa, araziden, kuşlardan,doğadan uzaklaşırsam diye.. Ama anladım ki her geçen gün, bu merak bitmek yerine katlanarak devam ediyor..

Kuşları izleyip onları tanımlamaya çalışmakla başlayan kuş hayatım, ne yerler, ne içerler, nereye yuva yaparlar, neden yok olurlar gibi bir sürü soruyla devam ederken, birkaç zamandır fark edemediğim bir evreye daha adım atmış durumda. Araziye çıkma nedenim artık bunların yanında; ''neler var'' dan çok, ''neler yok'' ve ''neden yok''lar sorusuna dönüşmüş halde.. Akli dengemi kesinlikle yitirmiş değilim:) Ama gerçek dünyadan kopup araziye çıktığımda ve küçük küçük ipuçlarından başlayarak sorduğum ''neden'' li sorular, beni günlerce hatta aylarca oyalıyor. Bazen bu sorular öyle çözülemeyecek durumlara dönüşüyor ki aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Hayal ederek kafayı bozuyorum dediğim de insanlar sadece gülüyor, belki de sadece gülüp geçilecek bir durumdur.. Ne kadar gülünç ve sağlıksız bir durum olsa da, hayal etmek ya da diğer bir anlamla gerçekliğin farklı bir boyutunu düşünmek, beni Sherlock dizilerindeki bir sahnedeymişim gibi hissettiriyor:) Bazen bir yırtıcının kuluçkada yatarken, bazen bir gelinciğin beni gördüğünde neler düşündüğünü hayal ederken buluyorum kendimi. Bu durumlar kimi zaman o kadar açıklanamayacak hal alıyor ki ben onun yerinde olsam nerede gezinir,nereye dışkılardım gibi gülünç ama bir o kadar da düşündürücü hallere dönüşüyor. Sanki onun yerine kendimi gerçekten koyabilecekmişim gibi.. Ama inanın denemek bile güzel. 

Belki de artık böyle düşünmek yerine, kafamdaki soru işaretlerini, hayallerimi,hayal ettiklerimi bir kenara atıp, hayatıma ve kariyerime yön verecek şekilde akıllı-mantıklı düşünmeye ve o şekilde işler yapmaya çalışmam lazım. Bunun farkındayım,bu dünya için doğru olan da bu eminim. Ama bugüne kadar bu yolda her zaman doğru olanları yapmaya çalışıp, aklımdakileri bir kenara koyarak ilerledim. Doğru olanı, insanların doğru bulduklarını yaptığım için başarılı oldum mu? Evet tabi ki, ama hep içimde bir sabırsızlık, ''o günlerde bir gün gelecek'' duygusu.. 
Hep bir umut vardı aslında içimde,ama insanların dediği gibi hayat gerçekliğini öyle bir anda tokat gibi indiriyor ki yüzüne, bir tek o süre zarfında belki haftalarca kendi dünyama geri dönemiyorum. Bazen diyorum ki ya o günlerde gelemezse? Ya bütün bu ertelemeler, doğru olanı sırf insanlar doğru buluyor diye yapmaya çalışmaktan süre tükenirse.. Bu yüzden biraz daha inatçı hallerim ağır basıp,sevdiğim insanlara dahil isteklerimi anlatmaktan vazgeçip normal olabilirliği konuşmak yerine, doğadaki gibi olmayanlar üzerine hayal ediyorum. Belki bu şekilde istediklerimi yine yapamam ama yapmak için bütün var gücümle hayata asılabilirim.

C.Ö

26 Ağustos 2014 Salı

Sınır Çizgi




Her canlı yaşam ile ölüm arasında sınır bir çizgide yaşar. Bazılarımız yaşamak zor deriz, kimilerimize göre de ölmek zordur. Ama şu zamana kadar anlayabildiğim bir şey varsa ; yaşam ve ölüm arasındaki sınır çizginin saniyeler hatta saniseler içinde gerçekleşmesi.

Kayıplarımız elbette bizi üzer. Hatta yıllarca travmalar yaşarız. Bir daha mutlu olamayacağımızı düşünürüz. O yüzden Can Yücel’in şiirindeki gibi kaybetme korkusu olmadan, hiçbir zaman ulaşamayacağımız yıldızlara, gökyüzünün mavisine bağlanmak en güzelidir..
Her zaman, insanların ölmesi öldürülmesi bizi çok etkiler,ciddi bir konudur çünkü. Katliamlar yaşanırken elimizden bir şeyler gelmese bile kendimizce tepkiler veririz. İnsan dışındaki diğer canlıların ölmesi ya da öldürülmesi ise çok az bir azınlığa etik gelmez, yolda ölen bir kedi için durup ağlayanınız var mıdır mesela ya da yas tutanız, sadece yazık deyip geçeriz. Çoğunluk umursamaz bile..

Benim hayvan sevgim belki de lise zamanlarımda kendini göstermişti. Sınıfta öldürülen bir bal arısı için gözlerimden yaşlar geldiğinde hem sinirimden ağlamış hem de arının yerine kendimi koymuştum. Komik gelebilir gülebilirsiniz, sadece bir arı işte yanlış yerde gezinip nektar arayan küçük bir arı..
Çok daha kötülerini de yaşadım, şimdi oturup ağlamıyorum ama birkaç hafta hayatımı sorguladığım zamanlarda keşke gözyaşı döküp aklımdan geçenleri atabilsem diye düşünürüm. İnsanların diğer canlılara doğrudan ya da dolaylı olarak etkilerini gördükçe, insanlığımdan utandığım keşke insan olmasaydım dediğim zamanlar oldu. Hala da derim.

Kuşlar ise benim için çok ayrı bir yerde. Onlar uçarken mutlu oluyorum. Beslenme zamanlarını izlerken benim de karnım doyuyor:) Ne yediklerini hayal edip tatlarını beğenmişler midir diye düşünüyorum. Ya da dinlenme zamanlarında neler hissettiklerini merak ediyorum.

Bundan birkaç gün önce yine insanların, insanlığın doğaya olan etkilerini sorguladığım bir gün yaşadım. 5 saniye sürdü olay ve bir kuş göçüne ara vermiş, gökyüzünde özgürce dolanırken ani bir şekilde yaşama gözlerini kapadı.
Kuşu elime aldığımda vücudunun sıcaklığını hala hissedebiliyordum. Gagasından kan gelmiş ama tüyleri pırıl pırıldı.. Saniyeler hatta saniseler içinde olmuştu olay, elimden hiçbir şey gelmemiş olmasıyla birlikte, işe yarayamaz oluşum o an ağırlık gibi çöktü üzerime. İçim burkuldu. Her şeyi sınıflandırmak zorundayız ya kuşları da değerli ,değersiz, az değerli gibi sınıflara ayırma gereği duymuşuz. Ölen kuş az bulunan bir tür değildi, belki az görülen bir kuş olsa buna dolaylı yoldan neden olan insanlar daha çok telaşlanabilirdi. Telaşlanmak diyorum fark ettiyseniz çünkü doğayı algılayamayan insanların ordaki kuşların uçmaya devam etmesini, canlıların bir arada bulundukları doğal dengeyi, bu dengenin bozulmasını umursadıklarını sanmıyorum. Sadece kendi işleri görülsün yeterli.  Sonuçta bir can gitmişti. Ve arazide bizim fark edemediğimiz bir sürü can gidiyordu, her gün her saat her dakika..

Şaitlik ettiğim olay yani kısacası,  insan etkisiyle olan canlı ölümleri az gibi görülebilir.Ama modernleşmek adına çoğu zamanda düz mantıkla, ayrıntıları hesaba katmadan yapılmaya çalışılan işler doğayı düşündüğümüzden, gördüklerimizden çok daha fazla yıpratıyor.
Hızlı trenlerin, enerji santrallerinin, köprülerin,havaalanlarının kamu yararı adı altında milyonlarca kuşun göç ettiği rota üzerinde olması ya da betonların dikildiği alanlarda binlerce ağacın kesilmesi ,insan faaliyetinden etkilenen algılayamadığımız yaban hayatı her dakika ölüm ve yaşam arasındaki bu sınır çizgide gidip geliyor. İnsanoğlu ise lüks yaşamı, para kazanmayı tüketmeyi gösterişi asıl hedef haline getirmiş, olaylardan bihaber nelere sebebiyet verdiğinin farkında değil.

C.Ö

Thoreau
Thoreau

1 Ağustos 2014 Cuma

Küçük Gözlemci Arkadaşım



Sıradaki blog yazımı, köyde sakalar ve sarıasmalarla geçen bayram telaşı üzerine yazmayı düşünüyordum ki dün gelen bir mail, yüzümün gülümsemesine neden olduğu için gülümseten kişiyi sizlere de tanıtmak, yazısını paylaşmak istedim.
Kuzey Işık. 
İlk tanışmamız, kuşlara olan merakına yenik düşüp, saksağanlarla ilgili inanılmaz sorularıyla dolu mailini aldığımda başladı. Doğayla, bilhassa kuşlarla ilgilenen küçük arkadaşlarımıza imrendiğim ve bu meraklarını devam ettirmeleri için elimden geldiğince yardım etmeye çalıştığım için hemen cevap yazdım.Ve nihayet Beytepe Kampüsünde yaptığımız güzel bir gözlemde tanışma fırsatımız oldu. 
Kuzey Işık, 12 yaşında. Kendini '' Kuşlara ve ağaçlara feci meraklıyım'' diyerek tanıtır, ''en çok sevdiğim kuş türü ise saksağanlar'' diyerek devam eder:) Gerçekten de feci meraklı:) Analizleri, gözlemleri, sorularıyla birçok insana parmak ısırtır. Sokakta, 12 yaşındaki bir çocuğu durdurup,kendini nasıl tanıtırsın diye sorduğunuzda yukarıdaki cevabı almanız mümkün değildir. Ne kadar acı değil mi, ama Kuzey gibi doğa bilincine sahip tek tük genç arkadaşlarımızın hala var olması, bir o kadar da insanı umutlandırıyor.Eminim ki Kuzey'in ailesi haftasonlarını, betonların arasında AVM içerinde geçirmek yerine, Gölbaşı'nda ya da ODTÜ kampüsü ormanları içerisinde güzel bir sabah yürüyüşüyle geçiriyordur. Ne mutlu..
Lafı fazla uzatmadan, Kuzey'in Artvin-Şavşat ile yazdığı güzel bir gezi yazısını sizlere sunuyorum..

''Merhabalar,
Size şimdi yeni bir kuş gözlem noktası önereceğim. Bu kuş gözlem noktası Ankara'ya çook uzak. 24 saat yol yapmak istemeyen özel araç sahibi biri için en az iki günlük mesafe. Mesela; sabah 5'te Ankara'dan çıktık. Gittik... Ankara-Kırıkkale-Çorum-Merzifon-Samsun-Ordu/Perşembe güzergahını izledik ilk gün. Biz akrabalarımızı ziyaret ettiğimiz için bir gece Rize'de bir gece Hopa'da kaldık. Ayrıca Gürcistan/Batum'a da geçtik. Hakikaten geçtiğimiz her yerin ayrı güzelliği var. Bu yerlere rağmen en güzeli bu elektronik postayı yazdığım Artvin/Şavşat. Yeşilin rengi siyaha çalıyor. Genelde ladin; ama arada. Gözlere çarpan turkuaz gibi sarıçamlar var. 2000 m rakımı aşan tepelerden sonra ise Doğu Anadolu'nun bozkırları başlıyor.  
Yöre çok güzel ve kültürüyle de özel yörede, Gürcü kültürünün de etkileri mevcut ve bundan dolayı yemekleri çok farklı ve lezzetli. :)  Köylerin eski adları da hep Gürcüce. Eğer bir köyü yeni adıyla sorarsanız genelde biliyorlar; ama bilmeyenler de olabilir. Gürcüce'de biraz zor sesler olduğu için halkımızın genelde dili dönmez. Şavşat'da günlük kelimelerden de Gürcüce olanları vardır. Mesela kişnişi, kişniş diye değil Gürcüce adıyla anlarlar.
Yörede araçla gezinmek  istenirse altı yüksek bir arazi aracı şart yoksa bu günkü gibi bir dizi sorun çıkabiliyor. ( Fren balatası, alt sürtmesi vs.)
Şimdi yörenin kuş çeşitliliğine geçelim. Yörede kaydettiğim kuşlar şunlar; Saksağan, alakarga, kara başlı çinte, tarla çintesi, arıkuşu. Daha detaylı bir gözlemle daha niceleri görülebilir..
Ben Trakuş'ta tür sayfası yazmak istiyorum. 
Sevgiler..
Kuzey Işık ''


Doğa, insanı erken olgunlaştırır. Anlayarak,hissederek ve severek doğanın içinde vakit geçirirseniz; görmediklerinizi görür, duyamadıklarınızı duyarsınız.. Bizler bozkırlardan, derin ormanlardan,soğuk akan derelerin yanı başından geldik. Modernleşmek uğruna betonların arasına çekiliyoruz ve kaybettiğimiz mutluluğu şehrin gürültüsünde, yapay gösterişinde arıyoruz. Çocuklarımıza, doğa bilinci yerine, şehir bilincini öğretiyoruz ve bu yapay gösteriş içinde mutlu olmalarını bekliyoruz. Gerçek mutluluk hemen yanı başımızdaki bir ormanda küçük bir gölde.. 

C.Ö 

( Kuzey birkez daha bu güzel yazın için teşekkür ederim:) Umarım birgün önerdiğin bu kuş gözlem noktasına bende gidebilirim.Sevgiler...)

13 Haziran 2014 Cuma

Kendimi Bulduğum Yer..



                                                                                                                             
Kuşlarla başlayan 3 yılımı geride bıraktım bugün..
Ocak ayında büyük baştankara sesiyle tanımıştım seni ve neredeyse her sabahımı yanında geçirmiştim.Ne zaman başım sıkışsa soluğumu yanında aldım.
Yeşilvadi..
Kampüsten ilerleyip ormana adımımı atar atmaz evimde hissettim her zaman. Ne Longoz Ormanlarındaki görkemin vardı, ne de Yedigöllerdeki gibi bir güzelliğin. Sadece şehrin arasına sıkışıp kalmış, yaban hayatına sahip çıkmaya çalışan küçük bir orman, ormanın içerisinde yapay havuzlarla kontrol edilmeye çalışılan küçük bir dere ve derenin ulaştığı küçük yapay bir göl..  
İçinde yaşattığın yaban hayatının farkında olan çok az insan vardı. Görmüşsündür zaten başımıza ne işlerin açıldığını. Bakanlık bir yandan, Rektörlük bir yandan bizleri araziye sokmamak için ellerinden geleni yaparken gerektiğinde sürünerek geçtik tellerin arasından, gerektiğinde üzerinden atladık demirlerin..  
‘’Göle yaklaşmak yasak, burası bakanlığın arazisi’’ dedilerse de yılmayıp, hayallerimizin peşinden gittik her zaman. Göle fotokapan kurarken yaptığımız espiriler kulaklarımda çınlıyor hala:)
Her gelen gözlemciye 'Beytepe her zaman süpriz yapar' dedikçe, hiçbir zaman bizleri boş listeyle göndermedin:) Her gözlemden büyük bir heyecanla, yeni türlerle, güzel anılarla geri döndük.
Neler görmedik ki, ne anılar yaşamadık ki birlikte..
Köpek sürüsü mü kovalamadı,çulluk bulacağız diye kış vakti donmaktan mı dönmedik,çil kekliklerin sayısını kesinleştireceğiz diye yarım metre karda yerde mi sürünmedik.. Küçük balaban peşinde, gece kampüste çadır kuruşumuz vardı ki hiç hatırlamayalım:)
Kısacası çok şey öğrendim senden..  İletişimimiz gözleme dayanınca konuşmadan da anlaştık çoğu zaman. Gözlemin faydası yok ,oku dediler haklıydılar ama ben okuyarak kolay öğrenemiyorum işte:) Aklımda kalması için görmem gerekti sen de bu görselleri, araştırma şevkini her zaman bana aşılayan yer oldun. Yaban hayatını öğretmenin yanında, insanları da öğrettin bana. Öğrendikçe doğanın daha saf daha huzurlu ve daha yaşanılası yer olduğunun farkına vardım.
Kaç haftadır yanına uğramıyordum,vedalar her zaman canımı sıkmıştır çünkü.. Ama hayatımızı yönlendirmek bizim elimizdeyse istediğimiz yerde, istediğimiz hayatı yaşamakta bizim elimizde diyerek bir süre daha birlikte olacağız demek için geldim geçenlerde yanına.. Mutluysak şimdilik sıkıntı yok demektir. Bir süre daha benim öğretmenim olacaksın gibi duruyor..

 C.Ö
  





/Not:Yeni intikam planlarıyla geri dönüyoruz sayın bakanlık,çitlerini yenile demirlerine ek yap araziye kamera koymuşsun ama gören olmadı henüz, hodri meydan:)